TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu’nun 17 Ağustos Marmara Depremi Dolayısıyla Yaptığı Basın Açıklaması:
BÜYÜK MARMARA DEPREMİ’NİN ÜZERİNDEN GEÇEN 24 YILDA YETERLİ TEDBİRLER ALINMADI; YIKIMLAR VE KAYIPLAR DEVAM EDİYOR!
17 Ağustos 2023
17 Ağustos 1999 tarihinde Kocaeli–Gölcük merkezli; büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sebep olduğu kayıplarla ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük felaketi sandığımız Marmara Depremi’ nin ve ardından yaşanan 12 Kasım 1999 Düzce Depremi’nin üzerinden 24 yıl geçti. 6 ay önce ise yeniden yüzyılın felaketi diye tanımladığımız 6 Şubat Depremleri’ ni yaşadık. Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen bu depremler felaketlerin en büyüğü oldu.
1999 Gölcük Depremi Cumhuriyet tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçmiş, 7,4 büyüklüğündeki bu deprem tüm Marmara Bölgesi’ ni etkiledi. Deprem, 20 bin civarında yurttaşımızın canına mal olurken 50 bin civarında yaralanmaya sebep olmuştu. Bölgede yaklaşık 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 365 bin bina hasar gördü. 99 depremlerinin can ve mal kayıplarının yanı sıra ekonomiye de etkisi büyük oldu, 2001 ekonomik krizinin önemli sebeplerinden biri olarak kabul edildi.
6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri ve 20 Şubat Hatay Depreminin yaratmış olduğu yıkım ne yazık ki 17 Ağustos Marmara Depreminin birkaç katı büyüklüğündedir. Depremden etkilenen 11 il ve çevresinde, resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde yurttaşımız hayatını kaybetti, 36 bin civarında bina depremler esnasında yıkıldı, 311 bin bina ise kullanılamaz hale geldi. Uzmanlar bu depremlerin ekonomik maliyetinin 120-130 milyar dolar civarında olduğunu tahmin etmektedir.
Yaşanan felaketlerin nedenlerini ve sonuçlarını gizlemek yönetim politikası haline gelmiş ülkemizde, depremlerin gerçek kayıp bilançolarını ne yazık ki tam olarak bilemiyoruz.
En nihayetinde Doğu Marmara’nın ve Güneydoğu’ nun tamamını etkileyen 17 Ağustos ve 6 Şubat Depremleri, gerekli tedbirler alınmadığında doğal afetlerin ne büyük toplumsal felaketlere dönüşebildiğinin en acı örnekleri olarak tarihe geçti.
TMMOB olarak deprem coğrafyasında yaşadığımızı her fırsatta dile getiriyoruz. Şehirlerimizin ve yapılarımızın depreme hazırlıklı hale getirilmesini sürekli olarak tekrarlıyoruz. Yaptığımız tüm uyarılara, yayımladığımız tüm raporlara, gerçekleştirdiğimiz tüm bilimsel etkinliklere rağmen bugüne kadar depreme hazırlık konusunda yeterli adımlar atılmadı. Bilimin gereklilikleri yerine, sermayenin önceliklerine önem vermenin bedelini kaybettiğimiz hayatlarla ödedik.
GEÇEN 24 YILDA BİNALARIMIZ DEPREME DAYANIKLI HALE GETİRİLMEDİ
Depremlerin yarattığı yıkımın ve yaşadığımız toplumsal travmanın büyüklüğüne rağmen, 17 Ağustos 1999’dan bu yana geçen 24 yıl boyunca deprem gerçeği ile gerçekten yüzleştiğimiz, yeni depremlere hazırlanma konusunda yeterince mesafe kaydettiğimiz söylenemez. 6 Şubat Depremleri’ nde yaşananlar bu gerçeğin en somut göstergesidir.
6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ ta yaşanan ve hala farklı pek çok bölgede sıklıkla yaşamaya devam ettiğimiz depremler, depremin ülkemiz için ne kadar önemli bir tehlike potansiyeli olduğunu tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Mevcut durumda artan nüfus ve yapılaşma nedeniyle yaşanacak benzer felaketlerin sonuçlarının yine çok ağır olacağı ortadadır.
Ülkemizdeki mevcut yapı stokunun yüzde 60’ ı mimarlık ve mühendislik hizmeti almamıştır. TBMM’nin İzmir Depremi sonrası kurduğu Araştırma Komisyonun Temmuz 2021 tarihli raporuna göre Türkiye’de 10 milyon civarında olan yapı stokunun 6-7 milyon civarında olan kısmı riskli yapı statüsündedir. Buna karşın; 2012 yılından bugüne kadar yalnızca 197 bin yapı (859 bin 114 bağımsız birim) için riskli yapı tespiti yapıldı ve bunlardan 165 bin yapı (767 bin 349 bağımsız birim) yıkıldı.
Bu risk ortadan kaldırılmadığı veya azaltılmadığı sürece ülkemiz büyük yıkımlarla defalarca yüzleşeceği gibi, depremler sonrası müdahalelerde de yetersiz kalmaya mahkum olacaktır.
20 YILDA 13 MİLYONU AŞKIN KONUT ÜRETİLDİ
Son 20 yılda 2,7 milyar metrekare alan için inşaat izni verilerek 2 milyon 144 bin 656 yeni yapı ruhsatı düzenlendi; 13 milyon 348 bin 492 konut üretildi. Bunlardan kaçı doğru zemin etütleri, uygun mimarlık ve mühendislik proje süreçleri en nihayetinde de gerekli denetimi gördü, tartışılır!
1999 Marmara ve 2011 Van Depremlerinden daha önce çıkarılan imar afları kapsamındaki kaçak yapıların çoğunun yıkılmasına ve binlerce yurttaşın hayatını kaybetmesine rağmen; 2018 yılında ‘İmar Barışı’ adı altında yeni bir imar affı yürürlüğe konuldu.
Afet riski altındaki alanlarda olup olmadıklarına, kıyı alanları, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları ve tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilip edilmediklerine bakılmaksızın; 3 milyon 119 bin 947 kaçak ve imara aykırı yapı için 26 milyar 151 milyon 389 bin 263 TL yapı kayıt belge bedeli alınarak riskli yapılar meşru hale geldi. Yapı güvenliği olmayan, planlama, mimarlık ve mühendislik süreçlerinden geçmemiş, teknik olarak sağlık ve güvenlik koşulları belirsiz toplam 7 milyon 393 bin 413 bağımsız bölüme kullanma izni niteliği taşıyan belge düzenlendi.
KENTSEL DÖNÜŞÜM, AMACINDAN SAPTIRILDI
Yine TBMM’nin Kahramanmaraş merkezli Depremlere ilişkin çıkarmış olduğu Mayıs 2023 tarihli raporundan anlaşıldığı üzere son 11 yıl içerisinde ülke genelinde 238 bin civarında riskli yapıya “Kentsel Dönüşüm” adı altında müdahale edilerek yenilenmesi sağlandı. Yani 2012 yılından bu yana riskli olduğu düşünülen yapı miktarının sadece %3-4 civarındaki kısmı yenilenebildi.
Marmara’ da olası bir depremde en çok etkilenecek illerden biri olan ve bir milyon beş yüz bin civarında yapının olduğu İstanbul’da; Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından 2019 yılında hazırlanan İstanbul İli Olası Deprem Kayıp Tahminlerinin Güncellenmesi Projesi sonuçlarına göre bina stokunun yalnızca %30’u 2000 yılı sonrası inşa edilmiştir. Olası bir depremde yaklaşık 194 bin binanın yıkılacağı veya oturulamayacak derecede hasar göreceği, 14 bin 150 can kaybının yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Raporda, 47 bin kişinin ağır yaralanacağı veya hastane şartlarında tedavi görmesi gerekeceği ve 640 bin hane yani yaklaşık 2 milyon kişinin acil barınmaya ihtiyaç duyacağı öngörülmektedir. Ancak, sağlık hizmetleri ve acil barınma için kullanılacak eğitim, sağlık ve spor tesislerinin; %50 sinin depremin etkisinin şiddetli olacağı bölgelerde bulunduğu, deprem sırasında işlevlerini devam ettirmesi zorunlu olan bu binaların hasar göreceği ve yapısal güvenliklerini koruyamayacakları belirtilmektedir.
Yine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ nın tahminlerine göre 600 bin civarında riskli olduğu belirtilen yapı varlığına karşın 81 bin 228 binanın “Kentsel Dönüşüm” kapsamında yıkılıp yenilendiği TBMM’nin Mayıs 2023 tarihli raporunda ifade edilmektedir. Buna göre İstanbul’daki riskli yapı dönüşümünün son 11 yıl içeresinde %13-14 civarında kaldığı görülmektedir. Aynı yöntemlerle devam edilmesi halinde İstanbul’un “güvenli” bir yapılaşmaya kavuşması 80 yıl gibi bir zamana yayılacaktır! Kaldı ki bu türlü bir dönüşümün sağlıklı bir kentsel dönüşüm projesi olmadığını aynı rapordaki veriler ortaya koymaktadır. İstanbul’ da dönüştürülen 81 bin 228 binadaki 381 bin 214 konut ve 53 bin 942 işyerine karşılık, 702 bin 593 konut ve 64 bin 256 iş yeri yapıldığı ifade edilmektedir. %85 civarındaki yoğunluk artışı kent üzerinde ulaşım, altyapı, sosyal olanaklar gibi konularda büyük bir baskı oluşturup yaşanamaz kentler yaratırken, deprem açısından da yapısal riskleri kentsel risklere dönüştürmektedir.
Deprem risklerinin azaltılması kentsel yoğunluğun azaltılmasıyla doğru orantılıdır. Rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri riskleri azaltmadığı gibi artırmaktadır. Kaldı ki gerçekten acil olarak dönüştürülmesi gereken binalar/bölgeler rant getirisi olmadığı takdirde kaderine terkedilmektedir. Kentlerin yeniden yapılandırılması ve depreme dayanıksız binaların yenilenmesi için gerekli olan ‘Kentsel Dönüşüm’ uygulamaları özellikle son yıllarda amacından saptırılarak inşaat firmalarına kaynak aktarılmasının, kentsel rantların belli kesimlerde toplanmasının bir aracı haline getirildi. Kent merkezlerinde bulunan afet toplanma alanı statüsünde park, bahçe ve meydanlar yapılaşmaya açılarak afet sonrasında yaşamı sürdürmeye olanak verecek güvenli alanlar ortadan kaldırıldı.
Deniz kıyıları, dolgu alanları, dere yatakları ve çevreleri de ciddi bir riskle karşı karşıyadır. Okullar, hastaneler, itfaiye binaları ve diğer kamu binalarının deprem güvenlikleri belirsizdir. Ulaştırma yapıları, su yapıları, altyapı şebekeleri, su arıtma tesisleri, doğalgaz, enerji ve haberleşme ağları risk altındadır. Tarihi ve kültürel yapılar büyük bir risk altındadır. Kentlerimizdeki benzin istasyonları, yanıcı, zehirleyici ve kirletici maddelerin işlendiği, depolandığı ve dağıtıldığı yerlerde ciddi bir risk vardır. Bu tür aktiviteler çoğu kez iskân alanlarıyla iç içedir.
BÜTÜNCÜL VE BİLİMSEL BİR ANLAYIŞA İHTİYAÇ VARDIR!
Özellikle son 20 yıl içerisinde başta depremler olmak üzere tüm afetlere yönelik politikaların ve atılması gereken adımların tüm boyutlarıyla neler olması gerektiği konularında, başta kamu kurumları ve karar organları olmak üzere hemen her kurum tarafından raporlar, planlar hazırlanmış ve kararlar üretilmiştir. Ancak son depremler sonuçları itibarıyla göstermektedir ki, alınan kararlar ve yapılan çalışmalar büyük oranda palyatif kalmış durumdadır. Dolayısıyla öncelikle sağlam, kararlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile kamunun ihtiyaç ve menfaatlarını gözeten, meselelere bütüncül ve bilimsel bakabilen politik bir anlayışa ihtiyaç vardır.
*Devlet tüm yurttaşlara eşit, sağlıklı, güvenlikli yaşama koşullarında nitelikli yaşam çevreleri sağlamakla yükümlüdür. Salgın, afet ve kriz koşullarında başarılı iyileşme süreçleri için alınacak önlemlerin bilimsel ilkeler ve gerçeklerle, toplum yararı gözetilerek oluşturulması; afet yönetimi hakkında geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili uzmanlıkları dikkate alarak oluşturulması zorunludur. Bugüne kadar pek çok yurttaşın hayatına mal olmuş ve olmaya devam eden, büyük yıkımlara ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları terk edilmelidir.
*Benzer felaketleri bir daha yaşamamak için derhal adım atılmalıdır. Yapı denetimi sistemi TMMOB ve bağlı odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla kamusal bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir. Yapılaşmadan kaynaklanan risklerin bertaraf edilmesi için doğru ve yeterli bir ‘risk yönetim’ sistemi oluşturulmalıdır.
*Bölgesel ve kentsel ölçekte ‘sakınım planları’ hazırlanmalıdır. Ülke genelindeki yapılar incelenmeli, riskli yapılar tespit edilmeli ve güvenli hale getirilmelidir. Uygun olmayan zemin ve arazilerdeki yapılar derhal boşaltılmalıdır. Tüm yaşam alanlarımız bilimin ve teknolojinin rehberliğinde, insanların ihtiyaçları doğrultusunda ve doğayla barışık biçimde yapılandırılmalıdır.
*Güvenli yapılaşmanın sağlanması ve tüm bu süreçlerin sağlıklı işletilebilmesi için meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeli benimsenmelidir.
*1938 yılından bugüne değiştirilmemiş olan 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Kanunu değiştirilmeli Meslek Odalarının kendi meslektaşlarını yetkinliklerine göre belgelendirme ve yetkilendirme hakkı getirilmelidir. Tüm dünyada olduğu gibi meslek içi eğitim, mesleki bilgiyi-deneyimi ölçme ve değerlendirme, mesleki faaliyetlerin ve meslek etiğinin takibi gibi süreçler ancak Meslek Kuruluşları aracılığı ile yapılabilir ve sürekliliği sağlanabilir.
*Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, gerek kamu kurumlarının, gerekse kamusal alanların ihtiyaç duyduğu nitelikli mühendislik hizmetlerini tanımlarken Meslek Odalarının belgelendirme sistemlerini baz almalıdır. İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Afetlerle ilgili Kanunlar, İhale Kanunu gibi yapılaşmayı belirleyen pek çok kanun ve bağlı yönetmelik, şartname ve tebliğlerinde tarif edilmeye çalışılan mühendislik, mimarlık ve planlama hizmetleri Meslek Odalarının vereceği belgeler ile tanımlanmalıdır.
*38 yıl önce, yürürlüğe giren ve “Amaç” başlığı altında dahi afet güvenliğini göz ardı etmiş olan 3194 sayılı İmar Kanunu günümüz şehircilik, planlama, yapı üretim ve denetim hizmet ihtiyaçlarına yanıt veremez ve ulusal afet mevzuatıyla kopuk bir durumdadır. İmar yasasının BM 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında yer alan “İnsan Odaklı Dirençli Kentler” yaratılmasına hizmet edecek, afet mevzuatı ile uyumlu, mevcut planlama sürecindeki karmaşayı giderecek şekilde yeni bir “İmar Kanunu” hazırlanmalıdır.
Bu vesileyle afetlerde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı rahmet ve saygıyla anıyor; sahip olduğumuz mesleki uzmanlık ve toplumsal sorumluluklarımız kapsamında, doğal afetlerin tahribata ve can kaybına yol açmasının temelinde yer alan bilimsel kentleşme, mimarlık ve mühendislik ilkelerine aykırı uygulamalar karşısında mücadelemizi kararlı bir şekilde sürdüreceğimizi değerli kamuoyumuzla paylaşıyoruz.
TMMOB BURSA İL KOORDİNASYON KURULU